Ah bu kontürsüzlük!


*Bu metin o zamanki sevgilime yazdığım bir hikaye-mektubun yeniden düzenlenmiş hali. Bloga aldığım tarih 21.06.2020

KIRŞEHİR Merkez
Murat Dershaneleri
3. Kat KPSS kurs sınıfı

Önümdeki kız arkasına döndü, bana:
"Daha 5 dakika var." dedi bayık yüz ifadesi ile.

Yüzünü ara ara gösteren yakıcı bahar güneşi ile kavrulmuş boğucu sınıfta 60-70 bıkkın üniversite son talebesinden biriyim. Öğretmenlik okuyoruz ama son zamanlarda aldığımız haberler ve atanamadığı için intihar eden yüzlerce gencin haberlerde bile yer bulamadığı söylentilerle iyice moralim bozuk. Amaç edindiğim şeyde 1-0 yenik yola başladığımı yavaş yavaş kabul etmeye başladım.

Ders Rehberlik'ti, ama dinleyemiyordum. Hala kafamda ölçüp biçtiğim yarınki deneme sınavı vardı, dizlerimin üzerinde Coğrafya'nın eksik konularında yaprak testleri yığmış çözüyordum. Bu denemede daha başarılı bir Türkçe, Coğrafya, Tarih ve Ölçme Değerlendirme neti şart. Çalışmak alışkanlık olmuş artık... Bir şeyleri değiştirebiliyor muyum, anlayamıyorum, sadece devam ediyorum...

Rehberlik öğretmeninin verdiği garip örnekler sonunda bitti ve yeni konuya geçti. Hemen pozisyon aldım, hızından görünmeyecek hale gelen kalemimle çok kalın defterime not tutmaya başladım. 'Rehberlik Tarihi'. Kime ne bundan? Çok sıkıcı ya... diye düşündüm.

Alnımda beliren stres sivilcelerimi gizlemek için kestiğim birkaç parça perçem gözüme giriyordu. Elimin tersiyle bunları ittim. Ders bitti ve defter, kitap, test fotokopilerimi çantaya tıktığım gibi popomu üzerinde birikmiş salaş bluzumu örtsün de işe yarasın diye çekiştire çekiştire çıkışa yöneldim. Montu da koluma taktım. İki kız hocayı kapının ağzında tutmuş bir önceki denemede çözemedikleri bir Rehberlik sorusunu soruyorlardı. Madem geçemiyorum, onlara katılayım dedim. 6-7 dakika kadar 'Rehberlik'in Esas ve Genel Amaçları' üzerine yaptığımız tartışmadan sonra sorunun hatalı olduğuna karar verdik. Güzelim gençliğimden bir süre daha çöpe gitmişti. Herkes sessizce gitmesi gereken yere gitti.

Bahçeye çıktım, hala o iki kızla soruyu tartışıyorduk ama içimden bir 'şey'in "Yeter artık! Susun!" diye bağırdığını hissettim. Çarşıya on dakikalık bir yürüyüş...
Nefes al...
"Üüüff liselilerin çıkışına mı denk geldik be. Karşı kaldırıma geçelim."
"Kızlar sakın buradan bir şey almayın, geçen oda arkadaşıma dokunmuş yediği..."
"Sen nerede kalıyordun?"
"Aaa Akmer'de."
"Orası rahat diyorlar, temizmiş."
"Ya hayır ya yeni diye öyle görünüyor. Bina çok dandik, her an yıkılacakmış gibi geliyor."
"Oranın inşaat halini görmedin tabii sen. Böyle tuğlayı ikiye kesip yarım tuğla ile yapmışlar duvarları."
"Aman kızlar ne kaldı şurada sanki..."
"Aynen ya."

Kızlardan biri internet kafeye gitmek için ayrıldı. Giderken bana:
"Bak hiç bakmıyorum staj dosyasına ha!"
"Ya tamam. Hazır sayılır. Hepinize ben satacağım!"
"Senin kadar kafam çalışsaydı, zengin olurdum lan."
Ama ben sadece karnımı doyurup otobüs bileti alabiliyorum... Tuhaf bu kadar kolay zengin olabileceklerini sanmaları bu baba parası yiyen genç hanımların ya.
Gülüşmeler ve sohbetle iki hanım Terme Caddesi'ni aştık. Beraber BIM'e gitmeye karar verdik. En kolay karayol dolmuşu, en ucuz beyaz peynir ve meyve ile bira, en bol çeşit bulunduran kitapçı gibi konuları konuşa konuşa alışveriş ettik. Kepek ekmeği ile Rus salatası aldım. 1,80 TL toplam! 2-3 günlük öğle yemeği ihtiyacımı karşılıyor. Ne ucuza geliyor böyle!

***-***Burada "Kalem bitti o.o" diye bir not vardı***-***

Kasaya geldik. Kasa önü ürünlerden şeffaf vakum içinde yeşil zeytinlerden birinin paketinin içinde kolayca fark edilen iki koca kıl vardı. Paketi kaptığım gibi kasadaki gence döndüm:
"Dikkatlice bir bakar mısınız, bunda ne var öyle?"
Kasiyer genç adam pakete bakar bakmaz şoke oldu, hesabı yarım bırakıp paketi kaptı kasadan ayrıldı. Çaktırmadan bir taraflara soktu, yok etti. Geri döndü. Gözümün içine baktı. Arkadaşımın seçtiklerini de bir araya topladım, bir tane de gofret kaptım, manalı bakışlarla önüne ağır ağır ittim. Kasiyer okutmaya başladı:
"(dıt!)Yani şey kimseye söylemezseniz... (dıt!) Bizim şef çok zor adam, rafı da ben dizmiştim hani... (dıt!) Gözümden kaçmış! Ceza keserler! (dıt!)"
Aldıklarımız lazerli, bantlı uyuz kasadan geçerken 'Keşke daha fazla şey alsaydım, ne bileydim' diye düşünüyordum ama yüzümde alıngan, sinirli bir ifade takınıp 'Valla hiiiç beni bağlamaz paşam! İlk iş şikayet edeceğim!' der gibiydim. Kasiyer eli ayağına dolanırken bir saniye duraksamanın ardından:
"Hee anladım! Tamam borcunuz yok! Ben kasaya eklerim."
"Heh abicim yaaa sağolasııınn... Şefine selamlar!"
Çıktık dışarı, yanımdaki hanım gülmemek için kendini zor tutarken patlama noktasına gelmişti ki ikimiz birden patlayarak gülmeye başladık. Arkadaşım bana:
"Helal valla nasıl rol yaptın lan öyle! Tek kelime etmedin adama, sahiden kızdın sandım la!" dedi.
"Eee meslek sırrı... Heh he! Hadi görüşürüz canım!"

Sokak kalabalık. İki sıra park etmiş arabalar, toz-duman, bağıran sinirli insanlar arasından yürüdüm.

Ne uzun ne kısayım. Çirkin olduğumu ama iyi konuştuğumu söylerler. İnce uzun bir montun içinde kaybolmuşum. Her türlü kitap, defter, kocaman kalem kutusu, el kremi, iki cep telefonu, MP4 çantası (kulaklığı da içine teptiğim mor peluş), son olarak da BIM torbasını koyduğum kahverengi devasa çantamın ağırlığı altında ezildim. Ama az önceki nadide olay yüzünden zafer sarhoşluğu ile keyiflenmiş, ayakları yere daha bir sağlam basar olmuştum. Çocukça iki yana ayırdığım kıvır kıvır saçlarım oraya buraya savrulan bir çeşit yüktü. Oda arkadaşım Büşra bana bir keresinde zıplayarak yürüdüğümü ve bunun sebebinin fazla kaslı bacaklarım olduğunu söylemişti.

Gittikçe dikleşen ara sokak ise bir dağ yolundan farksızdı. Dağ hayvanları da vardı üstelik! Fakat sokağın sonunda dershane var, oraya varmam lazım. Birkaç hızlı adım, yerden kalkmayan ağır kafa 'Tecavüz edilecek bişeye benzemiyorumdur umarım' düşünceleri... Kaldırımda bir kadınla burun buruna geldik! Sağ! Yok sol! Aaa geçemedik yan yana? Bir gülümseme aldı bizi yüz yüze gelince. 'Siz de mi aynı endişelerdeydiniz abla?' diye düşündüm ve dershane eşiğini geçtim.

Sekreter yerinde yok. 'Zaten bu kadın paso öğretmenler odasında -galiba matematikçiye yazıyor he-'... 'Kafamın içinde dedikodu, ne kadar yalnızım lan...' diye düşündüm. Müdürle karşılaştım, yarınki denemenin saatini sordum ve isim listesi de tutulmayacağını öğrendim; bu bilgileri daha sonra arayacak 4-5 sınıf arkadaşına da söyleyecektim. Kimselere görünmeden caddeye geri çıktım. Köşedeki bakkaldan 1 TL lik peyaz peynir ve hoppa yurt!

Danışmadaki hanımlar oturma gruplarına yayılmışlar, seksi iç çamaşırları satan Leyla Hanımın çuval büyüklüğündeki siyah poşetlere dalıp çıkan ellerine merakla bakıyorlardı. 'Siz benim gelecek ay Kayseri'den getireceğim partiyi bekleyin asıl, ayılıp bayılacaksınız!' dedim içimden.
Gözüm yurdun internet kafesine kaydı 'Çok bunaldım la iki bölüm anime izleyip öyle mi çıksam...' Param yok ya, haftasonu içtim, bitirdim...

Asansörde tek olmak hoş bir duygu be. Koridorda tek yürümek de hoş bir duygu. Kapıyı tıklattım, birkaç saniye oyalandım. Açtım, girdim: "Fıstıklar, ben geldim!"
Kimsecikler yok! :) At çantayı bir tarafa, kendini de yatağa! Sessizliğin sesiyle meşgul ol sadece on dakikacık...
(Çıkırt!) Gözümü araladım "Yasemin, hoş geldin." dedim ve ardından diğerleri de çok geçmeden geldi. Hafif bir akşamüstü atıştırması, aynen testlerin başına!

Bir yaprak daha, bir yaprak daha...Böyle giderse on beş gün içinde bu kitap da biter. Derken aklıma orijinal bir fikir geldi. İstanbul'daki prensime mektup yazmak! Ama öyle normal bir şey olmasın, kısa hikaye şeklinde! 'Kopart en az tükenmiş ortasından kağıtları defterinin ve başla!' diye emrettim kendime.

Yazdım, yazdım. Aha buralara kadar yazdım, daha da yazarım. Kırşehir'in tepesindeki bulutlar bir dağıldı, bir toplandı. Arada bir kızlar gelip bir şeyler istediler. Zaten işlerine yaramasam gerçekten bu insanların hiç birinin çekebileceği bir tip değilim bence ha... Yetenekli bir şerefsizim. Tekinin saçını ördüm. Tekinin donunu yamadım. Diğerine beş dakikada dikiş dersi vermeye kalkıştım (O kadar dayandı, yok yani, kesinlikle yeni bilgiye açık değil bazı kafalar).
Akşam oldu. Kızlar karanlık odada saatlerce sohbet ettiler, ben de kitaba klipsli lambamla test çözdüm. Arada beni de zorladılar, anlattım. Hayal kurmaktan ne kadar çekindiğimi, yakışıklımı (bu konuyla çok eğleniyor gibiydiler, yakamı hızlı bırakırlar diye düşündüm), huylarımı, bana karşı olan tepkiler, karşılıklar, tatlılıklar, anlaşmazlıklar ve anlaşmalar zincirini... Hepsini aslında bir bilim adamı titizliği ile en ince ayrıntısına kadar incelediğimi, değer verdiğimi, çözmeye çalıştığımı anlattım, inanmadılar. Zaten de bu eylemi betimleyecek şiddette ve büyüklükte bir sıfat bulamamıştım, belki de bundan dolayı.

Yemekten bir saat sonra çağrı attım sana, sevgilime... Cevap gelmeyince yine düşüncelere daldım... 'Umarım başı belada değildir. Tanımaya çalıştığım kadarıyla iyi bir adam be. Uuuff o bu kadar belayı hak etmiyor!'

'Ah bu kontürsüzlük! Beleş mesaj da olmasa...' diye düşündüm. Gecenin bir yarısı yine mesaj atarım diye tasarladım ve attım da. Yine cevap yok. 'Lan bir şey olmamıştır. İyidir, iyidir... Yani umarım... Sadece mesaj yazmayı sevmez o, bu yüzden...' Kapkaranlık bir uyku iliklerimi dondurdu.

Sabah uyandığımda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Hemen siyah kumaş pantolon, siyah boğazlı badi ve topuzdan oluşan fiks staj kostümüne büründüm. Baktım biraz daha vakit var. Pisliğimizi yığmak için kullanarak amacından oldukça saptırdığımız çalışma masasında kolumla itekleye itekleye biraz yer açıp hikayenin sonunu yazdım. Kafamdan sürekli akan kimin ne siparişi vardı lan, portre için maile fotoğraf gelecekti unutmayayım onu bak, bu kadar teste iyi gözlerim bozulmadı he, İstanbul'a dönsem aç kalır mıyım acaba gibi yakın uzak kaygıların içinde 'Bir mektup zarfında sevgi gönderilebilir mi?' diye hiç bana gitmeyen bir cümle de kurdum. Uzakta olmak sinir bozucu değil midir, üzücü değil midir? Nasıl ve nereye kadar devam eder bir ilişki? Korku çimdikledi. Sıkıntı enseme üfledi. Bu boğucu, sıcak, yağmurlu bahar sabahı küçük insanlarımı görmeye giderken zihnim açıldı, tek bir düşünceye dört elle sarıldım:

"Ona güveniyorum. Günler geçecek. Onu ne kadar sevdiğimi kanıtladığımda hiç ayrılmayacağız..."

Yurttan çıktım, gri bir yoldan yürüdüm.

Çıtır'ın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İdoller ve Korumaları

İlkokul iki

Gidecekmiş.