Bir kabus gördüm, o da beni gördü.
Sıkıntılı bir şekilde denizi izliyordum. Burası kafamda yarattığım İstanbul'du. Biraz etnik mimarisi, devasa zigguratlarla bezenmiş bir tozlu şehirdi. Hava çok pisti ve çalışmak zorundaydık. Fişlenmiştik ve şehirdeki her şey bizi yakalayıp eziyet etmek istiyordu.
Peştamaller ve mintanlar ile çarıklar giyiyorduk. Bolca takılarımız ve tuhaf büyülü taşlarımız vardı.
Birden işe geç kaldığımı düşünürken izlediğim cyber oriental vapur denize batarak yoluna devam etti. Avcılar tarafından çıkacak diye düşündüm.
Kafamı çevirdiğimde iki siyahlı figür başımda dikiliyordu. Beni yakalamaya çalıştılar. Bir şekilde kaçıp koşmaya başladım.
Çok büyüktü her şey. Yollar, yapılar. Sanki bizim için değil başka dev bir ırk için inşa edilmişti her şey. Biz parazit gibi dolanıyorduk bunların dışında sanki. Yapıların pencereleri yoktu ama çok güzel Güney Amerika taş işçiliğine sahiptiler. Mükemmel yerleştirilmiş dev taş bloklar, devasa merdivenler gördüm koşarken.
Sonra o saatte seni bir yerde bulabileceğim hatrıma geldi. Bir yol kenarında kaldırımda sahiden bekleşiyordun, bir köşeyi dönünce seni gördüm. Hızla koşup bacaklarına atladım. Hagrid kadar büyüktün! Ben ise 11 yaşındaki Harry Potter kadar küçük... Küçücük kalmıştım bu yetişkin halimle bu kabus dünyasında.
Arkama göz attım, gelen yoktu henüz. Bunun bir kabus olduğunun farkında olduğumu, uyanamadığımı. Bu koşma işinin hiç iyi bitmeyeceğini tahmin ettiğimi (genelde beni yakalayanlar akla hayale gelmeyecek korkunç işkenceler yaparlar saatlerce) seni hatırlayıp sana koştuğumu anlattım.
Önce dinledin, sonra içini çektin ve sarıldın bana. Tamam ben de seninle kaçıp seni saklamaya çalışacağım, biraz işe geç kalmaktan kovulmam dedin.
Koşmaya başladık. Arkamızdalar, geliyorlar, diye bağırdım. Sen "Gördüm, bu seferkiler daha hızlı..." dedin. Parkur gibi koşuyorduk. Çevik ve hızlıydık. Kaldırımları ve üzerlerindeki metal dubaları zıplayarak hızla geçiyorduk. Şaşırdım bu duruma genelde kabuslarda kaçmaya çalışıp sıkışır, yapışır kalır veya koşmaya çalıştıkça yerimde sayarım diye düşünüyorum.
Sonra büyük taş bir ziggurata (piramite? kuleye?) tırmanmaya başladık. Çok fazla girinti çıkıntısı olan, karmaşık bir yapıydı. Burada izimizi kaybettirebilirdik. Kocamandın sen ve bazen beni geçiyor, bazen adım gerime düşüyordun ama göz ucuyla seni yanımda takip etmek bana güven veriyordu. Yaralar fark ettim kollarında, boynunda... Yeni yaraların vardı, önceden yoktu bunlar halbuki, yine dayak yemiş olmalıydın. Senin gibi güçlü birini bile böyle yaralayan tiplerle (başka ırk? Yaratık? ?) karşılaşınca benim hiçbir şansım olmayacağını düşündüm. Bu yaşıma kadar hayatta kalmam da mucizeydi. Artık büyü taşlarımız sönmeye yüz tutmuştu, belki de ondan daha çok tehlike ile yüz yüze gelir olmuştum.
(Bu taşlara nasıl bir hikaye uydurdum kabusumda hiç bilmiyorum. Öyleydi işte.)
Büyük merdivenleri koştuk. Birkaç pencere pervazından bir diğerine atladık ve kanla taşlara yazılmış okuyamadığım mesajları geçtik...
Sonra çok yoruldum ben artık. Güneşsiz tozlu havada boğucu sıcakta koşuyorduk zaten. Bir de ben çok küçüktüm bu yapıları aşmak için. İyi zıplıyordum gerçi...
Derken dinlendiğimiz taş çıkıntı altımda canlandı ve dev bir taş golemini algıladığım kolu benim elimi yakaladı.
Sen bağırıyordun yanımdan ama bana ulaşamıyor, yaklaşamıyordun. Tehlike büyüktü, bu sefer bir şey yapamazdın. Sustun.
Kolumu çekmeye çalıştım, kesinlikle bırakmıyordu bu dev taş el.
Devamını algılayamıyordum golemin, belki de ölümüm için kolu yeterli olduğundan gerek duymuyor, kafamı çevirip bakmıyordum.
Sonra çekiştirmeyi bıraktım. Parmaklarından bir tanesi kor bir metale dönüştü ve bileğimden dirseğime doğru feci bir şekilde yaktı. Gözlerimden yaşlar akarak çığlığı bastığımda bırakmaya başladı kolumu, bu da yaktığı yeri derimle beraber sökerek berbat bir şekilde beni yaralanmasına sebep oldu.
Senin de sol arkamdan bağırdığını duydum. Ama zevkine bana işkence eden bu tuhaf büyülü şeye denk gelmek benim şanssızlığımdı ve kurtulma şansı yoktu.
Dev el tekrar aynı kolumu elimle beraber kızgın kor parmağı ile tuttu ve tarif edilemez bir acı hissederek tekrar bağırdım. Ve tekrar derimi sökerek parçalayarak bıraktı beni. Acıdan dizlerim çözüldü, bayılacak gibi oldum. Bağırmak da yormuştu. Ağladığım için bulanık görmeye başladım her şeyi.
Yere yığılmama izin vermeyen feci dev kolun tekrar o korkunç işkencesi bana yaklaşırken uyanmaya başladığımı fark ettim. Daha kabus bitmeden bu seferki uzun sürdü he, kesinlikle Alper'e yazayım unutmadan diye düşündüm.
[17/6 03:13] niluferin_koleksiyonu: Derken uyandım. Öyle.
Yorumlar
Yorum Gönder